23 Mart 2012 Cuma

12 Aylık Bebek Gelişimi



SOSYAL

  • Uykuya karşı direnir.
  • Ruh halleri değişkenlik gösterir.
  • Anneye babaya sevdiği nesnelere şefkat gösterir.
  • Ebeveynlerinden gereğinden fazla yardım bekler.
  • Yemek yemeye ve yemek yedirilmeye direnir.
  • Espri anlayışı gelişir.
  • Anne babadan ayrılmaya karşı çok tepki gösterir.

FİZİKSEL

  • Merdiven çıkabilir.
  • Karyolaya tırmanabilir.
  • Kalkma yürüme dolaşma karışımı bir eylem içerisindedir.
  • Tutunmadan bir iki adım atar.Bazı bebekler yürüyebilir.
  • Ayaktayken oturabilir, çömelme pozisyonundayken ayağa kalkabilir.
  • Telefon araba gibi oyuncakları kullanmayı öğrenebilir.
  • Bir elini diğerine tercih eder.
  • İki nesneyi koltuk altına sokup üçüncü nesneyi elinde tutabilir.

ZİHİNSEL

  • Kendisine söylenen pek çok şeyi anlar.
  • “Anne” dışında bir iki kelime söyleyebilir.
  • Dergi ve kitaplardaki hayvanları tanır.
  • Kaybolan bir nesneyi görmese bile son bulduğu yere bakar.
  • Olayları daha uzun süre hatırlar.

20 Mart 2012 Salı

19 Mart 2012 Pazartesi

Parlak Turuncu Şeyler



Bugün size İpek Hanımın Çiftliğinin sahibesi Pınar Hanımın bu haftaki bültenini aynen aktarmak istiyorum, Pınar Hanım bizi her hafta başka konuda bilinçlendiriyor.Bu hafta ki konuyu herkes mutlaka okumalı diye düşündüm ve sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Pınar Hanım iyi ki bu işe başlamış bizde çocuklarımıza böyle sağlıklı gıdalar alabiliyoruz.Buradan bir kez daha teşekkür ediyorum...

''Deli işi bir şey aslında benim yaptığım... İstanbul'un her sokağında, her manavında, marketinde, organik morganik bütün pazarlarında pırıp pırıl elmalar, dalından sanki o sabah kopmuş gibi duran parlak turuncu, adeta ''Ye beni! Ye beni!'' diyen mandalinalar var şu mevsim. Bir de benim gönderdiklerime bakıyorum. Şekli şemali yamuk, tipi kaymış şeyler...

Deli işi diyorum çünkü bunun nedenlerini herkese anlatamazsınız. Hele hele, tüketicinin kabuğu matlaşmış bir mandalinaya, o ''ye beni ye beni'' diyenlerden daha fazla değer vermesini beklemek..? Ancak ben böyle bir şey yapardım herhalde. :) İyi ki de yapmışım ama...

Armut, mandalina, nar, portakal, limon ve elma... Bu altı meyve öyle her gün gidilip de ağaçlardan toplanan şeyler değildir. Zamanı geldiğinde gider, toplarsınız. Biz, bunları topladıktan sonra kasa kasa yerleştiriyoruz. Büyük, karanlık, serin bir depoda istifliyoruz. Özellikle narenciye, bekledikçe ''kendi kabuğundan yer''. Kabuk incelir, içi tatlandıkça tatlanır, özü şekerlenir. Doğanın kuralı; bu arada kabuğu matlaşır. Bazı yerlerinden buruşur. Kısaca tipi kayar. Varsın kaysın... Olması gereken, doğal ve sağlıklı tek yöntem bu...

kadar ucuz oldukları için bu ürünleri özel olarak bekleyen pazarcılar, dağıtıcılar alıyor hemen. Öğle saatlerinde Antalya'da kamyona yüklenen ürünler ertesi sabah pırıp pırıl parlayarak semt pazarlarında, köşenizdeki manavda yerlerini alıyorlar. Nokta.

Yıllardır alış-veriş yaptığınız o çok şirin, sıcak pazarcının sizin sağlığınızı, çoluk çocuğunuzu falan düşündüğünü sanmıyordunuz inşallah... Hani gidip Anadolu'nun kuytu köşelerinden temiz tarım ürünleri topladığını falan..? Bir paza

Peki o kapınızın hemen önündeki limonların, mandalinaların ışıltısı..?

O ışıltıyı istiyorsanız; buzdolabınıza soktuğunuz narenciyenin başından geçenleri bilmenizi de ben isterim: Ağaçtan koparıldı, kasalara dolduruldu ve hemen oracıkta kimyasal havuzlarına batırıldı. Sonra bir kamyona yüklendi, mumlama tesisine gitti. Burada büyük oranda parafin içeren bir likit ile sıvandı. Tüm gözenekleri parafin ile kapatıldı, bu arada elbette bu kimyasal narenciyenin içine de sirayet etti.Ardından hop, size geldi. ''Dalından yeni kopmuş'' üstelik...

Eğer ışıltılı elmaları, armutları mı merak ediyorsunuz? Bu süreçleri aynen yaşarlar. Yetmez ama, bir de üstüne azotlama tesisine girerler. Azotlanan elma ve armutun hava ile teması neredeyse tamamen kesilir ve çürümenin, buruşmanın kesin olarak önüne geçilir. Kış günü manavlarda üzüm, erik falan var. Her şey anormelleşti artık. Ege'nin, Akdeniz'in neredeyse her ilçesinde bir azotlama ve parafinleme tesisi kuruldu. Buradan çıkan ürünler sebze - meyve hallerine giriyor önce. Büyük üreticiler için ana hedef ihracat... Ürün en çok yurtdışında para ediyor. Ama ''gümrük'' denen bir engel var işte maalesef. Almanya, Rusya, İspanya gibi ülkeler gıda işine bizden ''biraz'' farklı yaklaştıkları için giden ürünün yarısını kapılarından bile sokmadan geri gönderiyorlar. Geri gelen ürünün ne olduğunu tahmin edersiniz. Kilo fiyatı kuruşlarla ifade edilecek rcının baktığı şeyler bellidir. Ürünün albesini var mı? Parlak mı? Şık mı? Üzerinde böcek, sinek delikleri var mı..? Hemen sonra alış fiyatına bakar, ''kaça satabilirim'' diye bir hesap yapar. Elbette alacağı ürünün tamamını hemen satamayacaktır. Burada en fena şey geliyor işte.. Ürünün bol ilaçlısı makbuldür. Çünkü bu, pazarcıya uzun bir satış ömrü sağlar. Aksini düşünmeyin bile.


Durum sadece İstanbul'da, Ankara'da böyle değil elbette. Dün, oğlumu - aslına bakarsanız torunumu :) - ziyaret etmek için Kuşadası'ndaydım. Kuşadası'nda Cuma günleri büyük bir pazar kurulur, ben de denk geldikçe girer bakarım meraktan. Bu kez, özellikle tarihi vurgulamak istiyorum ki 16 Mart 2012'de Kuşadası pazarının tezgahları bakla ve bezelye dolu idi. Uçları bile çiçekli... Sordum birine ''aa nasıl yetiştirdin?'' diye. Sırıta sırıta ''yerli bunlar abla, kendi bahçemizden'' dedi satıcı. E iyi de ilaçlı ya da ilaçsız... Ege'de baklanın ve bezelyenin çıkmasına daha tam bir ay var?!! Antalya'nın, Fethiye'nin sera malları bunlar. Başka türlüsü mümkün değil ki? Elbette biraz daha yumuşatarak söyledim bunları; ''abla karıştırma çok'' falan deyip geçiştirdi pişkin pişkin...

Ben hep söylüyorum, hep ama hep söylüyorum. Gıda çok önemli bir konu. 16 Mart 2012'de gözünüzün içine baka baka size ''yerli, bahçe malı'' bezelye ve bakla satmaya çalışacak yalancı bir satıcının karşısında durabilmek için çok okumalısınız. Çok araştırmalısınız. Çok öğrenmeli, çok bilmelisiniz... Ne olur önem verin. Satıcılara değil; okuyup araştırdıklarınıza inanın. Tek tarımsal deneyiminiz pencere önünde fesleğen yetiştirmek olsa bile tarımı öğrenin. Bilin.

Siz sorduğunuzda; ''organik'' pazarcılar olsun, semt pazarcıları olsun... herkes ama herkes sadece hayvan gübresi ile üretim yaptığını söyler. İstisnasız. Herkes. Hiç ilaçlamazlar, hep hayvan gübresi, sadece hayvan gübresi... Tatmin olmaz, biraz daha sorarsanız size iki dönümlük bir yerin sertifikasını falan gösterirler. Oldu bitti. Tatmin olmaz, daha da sorarsanız..? ''Abla karıştırma çok... Haydi ablam, tezgahın önünü kapamayalım!''.

Anadolu'nun en küçük köyünde bile ilaç, gübre mümessilleri dolaşıyor arabalar ile. Kamyon kamyon kimyasal gübre, koli koli ilaç ve hormon dağılıyor her tarafa. Üstelik öyle ilaçlar ve hormonlar ki, ''üçüncü dünya'' dedikleri grubun dışında kalan ülkelerin %70'inde satışı, kullanımı yasak... Bu kadar ilaç, bu kadar hormon, bu kadar GDO'lu tohum varken çıkan ürünü kim satıyor? Kimse yoğurdum ekşi demiyor sorduğunuzda. Maşallah, herkesin pırıl pırıl üretimi var...

da... Ege'nin tam ortasında, Anadolu'nun; tarımın içindeyim ben. Görüyorum olanı biteni. Her yanı verim kaygısı sardı artık. Üreticiler belli büyüklüğün altındaki arazilere dikim bile yapmıyorlar. İpek'i ve köydeki kızların çocuklarını Cumartesi günleri İzmir'e, Agora'ya götürüyorum sinemaya. Otobanda sağa sola bakıyorum Torbalı'nın içinden geçerken. Altı şeritli otobanın sağında solunda pırasa, kırmızı lahana, karnabahar, beyaz lahana ve pancar dikili. TIR'lar yanaşmış tarlaların kenarına; İstanbul, Antalya, Çanakkale, İzmir hallerine yola çıkmak için ürünlerin doldurulmasını bekliyorlar. Oradan da evlere dağılıyor bu garip ürünler. Bunun karşısında durmak istiyorum. Elimden bir şey gelsin istiyorum. Çaresiz kalıyorum. Üzülüyorum. Nazilli'de, kendi köyümde yaptıklarım, yapacaklarım ise beni heyecanlandırıyor. Seviniyorum. :) Kafam karışık. Yolumuz çok uzun ama ben o yolun sonundaki ışığı çoktan gördüm. ''

12 Mart 2012 Pazartesi

Ev Yoğurdu




Uras ek gıdaya başladıktan sonra evde yoğurt yapma çalışmalarım başladı.Asla öğrenemeyeceğimi düşünüyordum, yoğurt yapmak çok zor görünüyordu.Fakat ilk denemede başarılı oldum.Önceleri her gün 1 kase mayalıyordum taze olsun diye, sonradan 1 litre süt ile yapmaya başladım 3 gün yetiyor.Bu arada yanlışlarım oldu.Bazen sünen bir yoğurdumuz oldu, bazen süt gibi kaldı :) Deneme yanılma yöntemiyle neden mayalanmadığını öğrenmiş oldum.

Eğer süt çok sıcakken mayalanırsa sünüyor, soğukken mayalarsanız sıvı kalıyor.

Püf noktası sıcaklığı! Eğer doğru ısıda mayalarsanız fotoğraftaki gibi katı bir yoğurt elde edersiniz.Bu sıcaklığı ölçmek için en basit yöntemi anlatıyorum; ısınmış sütten 1 kaşık alın, kaşıktaki süte parmağınızı batırıp 7 ye kadar sayın eğer hala parmağınız yanmıyorsa sıcaklığı tamamdır.Dokunduğunuzda süt soğuk olmayacak, sıcak olmalı ama el yakmayacak kadar! Ben gece uyumadan mayalıyorum sabah buzdolabına koyuyorum.

Malzemeler:


  • 1 Litre Günlük Süt
  • 2 Yemek Kaşığı Yoğurt

Yapılışı:


  • Sütü ısıtın, sıcaklığını yukarıda anlattığım gibi kontrol edin.
  • Yoğurdu bir kasede çırpın, içine 1 kaşık süt ekleyip tekrar çırpın.
  • Çırpılmış yoğurdu süte ekleyin, her tarafına dağılması için karıştırın.
  • Mayaladığınız kap kapaklı olmalı, kapağını kapatın.
  • Battaniyeye sarıp 4-5 saat bekletin, bu süre sonunda buzdolabına koyun.2 saat sonra yemeye hazır.

Anne Sütü




İlk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranının en son %1,3 olarak açıklanmıştı.


Fakat köprünün altından çok sular aktı ve bir çok bilinçli anne bebeğini ilk altı ay sadece anne sütüyle besledi.


Sen de o annelerden biriysen haydi imzalayıver....

İmza için tık tık...



11 Mart 2012 Pazar

Mucizem 1 Yaşında


12.03.2011
Bebeğim üşümesin dedim görür görmez...Soğuktu doğumhane çıkarın hemen dedim...
Can hıraş ağlıyordu, sanırsın ki bir yerini kesmişler.. Sustu yanıma gelince.. Gözlerime baktı, gözlerini yumdu.. Bir iç çekti, sanki güzel bir kokuyu içine çekmek ister gibiydi..
Evet, kesmişlerdi.. Tam 39 haftadır onu yaşama bağlayan kordonu kesmişlerdi.. Korunaklı alanından ilk defa dışarı çıkmış, ilk defa teni hava ile temas etmişti.. Bunların hepsi, onun için zor olmalıydı..
Ağlıyordu, ağlıyorsa sorun yoktu..
Onu ben doğurmuştum.
Doğurmak.. Enteresan kelime..
Elleri, ayakları, ağzı.. O kadar küçüktü ki...Küçücük ve çok savunmasızdı.. Çok muhtaç..
Halbuki hiç böyle hayal etmemiştim ben..
Aslında hiç hayal etmemişim ben..
Artık uyumalıydım ve artık rahatlamalıydım, ortada hiç bir sorun yoktu, aksine herşey çok yolundaydı..
Ama kimse bana artık kalbimin vücudumun dışında atacağını söylememişti ki..Kalbi dışardayken insan uyuyabilir mi hiç ! O’nunla beraber kalbimde dışarda kalmış..
Buna hiç hazırlıklı değilmişim, hiç hazırlayamamışım kendimi.. İnsan hazırlayabilir mi kendini hiç bilmediği birşeye ? Bilmem..
Aylardır karnımın içinde birşey dönüp duruyordu. Bazen beni zoruluyor, midemi bulandırıyor, belimi ağrıtıyor, yürütmüyordu.. Olsun, bitecekti nasılsa, dert değildi.. Ama nasıl bitecekti...
Enteresan birşeyler oluyor bir anda. Birden dünyanın en cesur, en güçlü insanı olup çıkıyorsun.. 72 saat uyumamış olsanda, karnın acıdan ikiye ayrılacak gibi hissediyor olsanda emziriyor, kakalı bez değiştiriyor, hatta utanmadan bu bezin kokusunu içine çekiyorsun..
Birden acayip bir şey haline dönüşüyorsun, ramazanda, savaş çıkmış gibi davula vuran ramazan davulcularının bile sesini duymazken, bir nefes değişikliğinde, minik bir öksürükte hazırola geçiyorsun...
O uyurken gücün yetse dünyayı durdurmayı düşünüyorsun ki rahatsız olmasın...
Uyurken onu seyretmek hayatındaki en eğlenceli zamanlar oluveriyor. Sürekli ve dikkatlice seyrediyorsun, her kıvrımı hafızana kazıyana kadar..
Doyamıyor, içten içe hep korkuyorsun.. Yeniden dua etmeye başlıyor, Tanrının mucizelerine yeniden inanıyorsun..
Artık, vitamin haplarını aksatmıyor, doktor kontrollerine düzenli gidiyor, araba kullanırken mutlaka emniyet kemerini takıyor, ölmekten korkuyorsun..
Ölmekten olmasa da, ayrılmaktan,onsuz kalmaktan, yanlız bırakmaktan..
Daha daha sonra, dişi çıktı, aşısı geldi, emekledi, güldü, adım attı, yürüdü.. İnsan hayatının rutini olan şeyler, senin mucizen oluveriyor..
Aşıların anneye yapılıp, süt yoluyla bebeğe geçmesi konusunda ciddi ciddi teoriler üretiyor ve bunu bu zamana kadar düşünüp uygulayamayan bilim adamlarına küfrediyorsun..
Pantolon ütülemekten acizken, bebek kıyafetlerini sıkılmadan saatlerce ütüleyerek kendi çapında ufak rekorlara imza atıyorsun..
Dünyanın en mutlu, en güçlü ve en korkak bir şeyi olup çıkıyorsun..
Kalbin artık hep dışarıda atıyor, onun minik kalbi ile aynı anda.. Aynı hızda...

12.03.2012


7 Mart 2012 Çarşamba

Seni Çok Seviyorum Oğlum...



Gülüşüne, gamzelerine, bakışına her şeyine hayran olduğum bebeğim seni çok seviyorum...
Yemek yemediğinde sana kızmam aslında sana üzüldüğümden, aç kalmana dayanamıyorum.Zayıflayıp güçsüz kalmanı istemiyorum.Sen hep sağlıklı, güçlü ol ki hastalıklar yıkmasın.Çabalarım bu sebepten...Yine diş çıkıyor sanırım ona göre yiyecekler hazırlamama rağmen yemeyince üzülüyorum.Bir öğünü bile atlasak gece uyuyamıyorum belki bende biraz evhamlıyım ama senin sağlığın için tüm endişem...

Bugün tüm gün yediği 1 muz, 1 elma, 1 kase yoğurt, 4 lahana sarması...Kahvaltıda 3 lokma yumurta yedi devamında bildiğim bütün oyunlar oynandı, şarkılar söylendi, oyuncaklar verildi yine de ağzını açmadı...Sesimi yükselttim sonunda ama çok pişmanım...
Ben Uras'ı büyütürken azarlamayacağıma, sesimi asla yükseltmeyeceğime söz vermiştim kendime ama olmadı, gerçekten yorucu bir dönemdeyiz.Yürümeye başladığından beri uyumadığı süre sürekli evde koşturuyoruz, her yere girip çıkıyor.Evde ne kadar önlemler alsakta tehlike hala çok, mesela masanın altına girip ayağa kalkıyor başını çarpıyor.
Yaramazlıkları arttı gözümü bir saniye ondan alsam kendine bir zarar veriyor...Hal böyle olunca çok yoruluyorum ve stresten ona sesimi yükselttim...Tepkisi bana sarılıp ağlamak olunca o anda pişmanlıktan bende ağladım...Nasıl bir muhtaçlıktır ki kızdığım halde benden yardım bekliyor, tek güvendiği, en sevdiği insan benim oysa...Yapmamalıydım...


Çocuğunuz yemek yemiyorsa; onu zorlamayın.


“Onu zorlamayın” derken kaşıkla “uçak” yapmayın, şarkılar veya televizyonla oyalamayın, hepsini bitirmesi için vaatlerde bulunmayın, tehdit etmeyin, yalvarıp yakarmayın, çocuğunuz olmasından yararlanmayın, araya büyükannesini sokmayın, kardeşleriyle kıyaslamayın, “iyi” ve “kötü” çocuklardan bahsetmeyin, önündekini yediği takdirde tatlı yeme şartı koşmayın demek istiyoruz.

Aileler özellikle anneler, yemekten kaynaklanan çatışmalar nedeniyle acı çekiyorlar. Hem de çok.. Bir annenin yazdığı gibi “yemek saatinin gelmesinden korkmak felaket bir durum” Anne korkuyorsa çocuk ne hissediyordur? Kederi ne kadar büyük olursa olsun bir anne, çocuğunun kendisinden daha çok acı çektiğini her zaman hatırlamalıdır. Onunla dalga geçmiyor, onu kendi çıkarları için kullanmıyor, “her şeyi” bilmiyor, aykırı ruhunu göstermiyor. Yalnızca korkuyor.

Onun geçmişi, geleceği, arkadaşlıkları, mantıklı açıklamaları, umutları yok. Her şeyi sizsiniz.


Sizin her şeyi onun iyiliği için yaptığınızı anlayamaz. Onun için annesinin bu davranışı, onu dövmesi ya da ona bağırması kadar anlaşılmazdır.


Annesiyle didişir. Nedenini bilmez. Bunun ne kadar süreceğini bilmez. (Yani sonsuza kadar süreceğini zanneder.) Dünyada en sevdiği insan, güvenebileceği tek insan ona sırt çevirmiş gibidir. Tüm dünyası altüst olur.


Bu çatışmada en çok acı çeken her zaman çocuktur.


Carlos Fernandez, Çocuğum Yemek Yemiyor kitabından alıntı...

4 Mart 2012 Pazar

OĞLUMA...



Benim yaşlandığımı düşündüğün gün sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış!
Yemek yerken üstümü kirletirsem lütfen kızma!
Sana bir şeyler öğretmek için nasıl çırpındığımı, bıkmadan, usanmadan uğraştığım o günleri hatırla!
... Sen küçükken, uyuyana kadar sana aynı hikâyeyi bilmem kaç defa tekrar tekrar okumak zorunda kaldığımı hatırla!
Yeni teknolojiler karşısındaki cahilliğimi görürsen bana zaman tanı; beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme!
Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı; hemen sinirlenme! Çünkü asıl önemli olan senin yanında olabilmem ve beni dinliyor olmandır.
Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim!
Yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde bana elini ver! Tıpkı, benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi.
Bir gün beni anlayacaksın.
Senin yanında olduğumda üzgün, kızgın ya da güçsüz hissetme kendini. Benim yanımda olmalısın, beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.
Benim için yaptıklarını, ya bir gülümseme ya da senin için her zaman taşıdığım çok derin sevgiyle duâ ederek geri ödeyebilirim ancak.
Seni çok seviyorum ve hep seveceğim; bunu sakın unutma!
Sana yaptıklarımı ve sevgimi hep karşılıksız yaptım!
 


alıntı....

1 Mart 2012 Perşembe

Doğum Hikayemiz



Anlatmaya doyamıyorum, her anne gibi...Yaşadığım en heyecanlı gündü...Bu duyguyu her kadın mutlaka tatmalı, evlat aşkından ötesi yok...Yerine koyabileceğiniz başka kimse yok, başka duygu yok.Hayattaki en gerçek, en büyük aşk! O'na bakarken dünya duruyor, kalp atışım hızlanıyor...Allah bizi bir gün bile ayırmasın, Uras'tan önce nasıl yaşardım hatırlamıyorum bile...Dünyam, aşkım, biricik sevgilim, yaşama sevincim, herşeyim o!

Son ayım olduğu için artık kontrole her hafta gidiyordum, 11 mart saat 14:00 te rutin kontrolüm vardı.Bebekten önce son özgür günlerimin tadını çıkarıyordum, öğleye kadar uyudum.Sonra aheste aheste kahvaltı yaptım, saçlarımı fönledim makyaj yaptım.Hastaneye gittim orada kızkardeşimle buluştuk muayene oldum.Herşey normal görünüyordu, bebeğimi ilk kez bu kadar net görebilmiştim.Parmağını emen tombik yanaklı bişeydi :) haftaya tekrar gel deyip yolladı doktorum.



Hazır dışarı çıkmışken -hava da güzelken- biraz dolaşıp alışveriş yapalım dedik.Ve o da ne daha hastaneden 100 mt. ileri gitmiştik ki aşağı doğru bir tekme attı o acıyla olduğum yerde kaldım.Ağrım geçince yürümeye devam ettim, 5 dk. sonra yine tekme yine acı ve sıklaşıyordu.Doktor daha doğuma zamanın var demişti içim rahat, son ay böyle sancılar olur diye düşünerek gezmeye devam ettim.Tabii kardeşim tecrübeli doğum olduğunu anlamış bana çaktırmadan diğer kardeşimi de çağırmış.Yürütüyorlar beni sürekli, doğum kolay olsun diye...

Bu arada acıktım bir restorana girdik 2 porsiyon portakallı kereviz yedim ki o tat hala damağımda :) Ve etrafımda dönen hazırlığı anlamaya başladım yavaştan, bende fotoğrafçımı aradım her an çağırabilirim hazırlıklı ol dedim.Bana uzak bir semtten gelecekti, tabii o da beni dinlememiş hazırlanıp yola koyulmuş :)


Doktoru arayıp durumumu anlattık hemen gelin dedi, gittik 2 cm açılma var deyip o korkunç cümleyi ekledi ''DOĞUM BAŞLAMIŞ''  sanki o an hiç gelmeyecekmiş gibi hazır değildim.Müthiş bir korku ile hem ağlıyorum hem korkudan ellerim ayaklarım titriyor.Ki ben her durumda soğukkanlı davranırım, hiç bir zaman ağlamam bir damla göz yaşım akmazken iki göz iki çeşme ağlıyordum hemde hastanenin ortasında ben doğuramam diye haykırarak :)
Artık saat 17:00 olmuştu, ben kaçamayacağımı anladım doğurmak zorundayım.Eşimi aradık haber verdik o da hemen geldi, annelerde toplandı herkes moralimi düzeltmeye çalışıyor.Ama benim korkudan sancım kesildi açılma durdu.Biraz yürü gel kontrole dedi doktorum çıktık hastane çevresinde eşimle bir kaç tur attık ama nafile korktum ben doğuramayacağım diye tutturdum.Yine sakinleştirmeler yine korkular ve 2 saatte bir kontrol derken ertesi gün sabah oldu.Korku ve heyecan dolu bir gece ve hiç uyumadan bekleyen ben...Kontrollerde açılma yok, nst bağlanınca sancım en yüksek seviyede görünüyor ama ben hiç bişey hissetmiyordum.

Sabah 10:00 civarı yine muayene için doğumhaneye girdim, yan odada normal doğum yapan bir hanımın çığlıkları korkudan tekrar ağlamama yetti.Beni buradan çıkarın diye bağırıp ağlamaya başladım ve odama götürdüler.İp kopmuştu artık açılma olsun olmasın ben normal doğum yapamazdım o çığlıklardan sonra...Sezaryene alın beni dedim ,doktor gerek yok dedi ama ben kararlıyım.Baş ucumda 2 doktor neredeyse 1 saat beni vazgeçirmek için çaba sarf etti, diğer yanda kardeşim eşim annem herkes çabalıyor.Sonunda peki deneyelim dedim ama yapamazsam sezaryene döneriz diye söz aldım...O anda mantıklı düşünemiyor insan...



Suni sancı verildi ve sancı başladı kimseyi korkutmak istemem ama yaşadığım en şiddetli ağrıydı.Yine bağırmaya başladım sezaryene alın ben doğuramam diye, kimse dinlemiyor tabii...1 saat öyle kaldım, doktor odamı arayıp moral vermeye çalışıyor sık dişini az kaldı gibi bişeyler söylüyordu ama dinlemiyordum ki gelin beni sezaryene alın diye bağırıyordum sadece...Sonunda herkesi pes ettirdim ve suni sancı alındı sezaryene hazırlandım.
Makyaj temizlendi, ojeler silindi.Ben hazırım, odam hazır, ameliyathane hazır gidiyorum...O buz gibi ameliyathanelerden biri ve içerisi kalabalık 15-20 kişi vardı neredeyse...Tüm hastane beni tanımıştı doğumum merak konusuydu herkes gelmiş kaprisli istekleri bitmeyen hasta deniyordu benim için duyuyordum...Ama normal bir şey yaşamıyordum ki kendimde değildim...

Tansiyon ölçüldü herşey hazırdı.Lokal anestezi istedim belden uyuşturuldum.Baş ucumda beyin cerrahı ve 2 hemşire sürekli nasıl olduğumu sorup sohbet ederek beni oyalamaya çalışıyorlardı...Bir ara midem bulandı oksijen verildi, kolumda serum takılıydı bir ilaç daha eklediler içine...

Lokal anesteziyle doğum ilginç bir deneyimdi, hem herşeyi hissediyordum hem ağrım yoktu.2 doktor vardı bir tanesi işte geliyor hazırmısın diye sordu ve ardından bebeğimin ağlama sesi sevinç çığlıkları attım.Aynı anda vücudumda bir hafifleme hissi, tombik yoktu artık :) Temizleyip battaniyeye sararak bana getirdiler ki dünya tatlısı minicik bişeydi.Çok kısa süre baktım götürün artık burası çok soğuk üşüyecek dedim.O gitti ben kaldım, toparlanıp dikişim atıldı.Dikiş 15 dk. sürdü.
Yakışıklı oğlum 12 Mart 2011 Cumartesi günü saat 12:45'te 3500 kg 52 cm olarak dünyaya geldi, iyi ki geldi...iyi ki anne olarak beni seçti...Babasıyla tanışma merasimini kaçırmamak için neler vermezdim, eşimin bebeğimizi gördüğünde yüz ifadesini mutlaka çek diye fotoğrafçıya sıkı sıkı tembih ettim :) çekmiş...
14 Mart öğlen taburcu olduk ve maraton başladı...




Şimdi sezaryenle doğum yaptığım için çok pişmanım, bence her kadın normal doğum yapmalı eğer bir zorunluluğu yoksa tabii.O deneyimi yaşamadığım için çok pişmanım, yapabilirdim yada epiduralli normal doğum yapsaydım keşke...Ama sezaryen olmasaydı, neredeyse 1 yıl olmasına rağmen hala ağrılarım var ki ilk dönemlerde öksürürken bile dikişlerin acısından kıvranıyordum.Terlediğim için enfeksiyon kaptı onunla uğraştım günlerce...Bıçak altına yatmadan doğurma şansınız varsa mutlaka o yola gidin.Gereksiz acı çekiyorum şimdi, oysa o suni sancı verildiğinde çok şiddetli ağrılar demiştim ya 2 gün sonra unutmuştum.Muhtemelen doğumda öyle olacaktı 15 dakikada doğurup sonra unutacaktım ama şimdi dikişler hiç unutturmuyor!










.