19 Mart 2012 Pazartesi

Parlak Turuncu Şeyler



Bugün size İpek Hanımın Çiftliğinin sahibesi Pınar Hanımın bu haftaki bültenini aynen aktarmak istiyorum, Pınar Hanım bizi her hafta başka konuda bilinçlendiriyor.Bu hafta ki konuyu herkes mutlaka okumalı diye düşündüm ve sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Pınar Hanım iyi ki bu işe başlamış bizde çocuklarımıza böyle sağlıklı gıdalar alabiliyoruz.Buradan bir kez daha teşekkür ediyorum...

''Deli işi bir şey aslında benim yaptığım... İstanbul'un her sokağında, her manavında, marketinde, organik morganik bütün pazarlarında pırıp pırıl elmalar, dalından sanki o sabah kopmuş gibi duran parlak turuncu, adeta ''Ye beni! Ye beni!'' diyen mandalinalar var şu mevsim. Bir de benim gönderdiklerime bakıyorum. Şekli şemali yamuk, tipi kaymış şeyler...

Deli işi diyorum çünkü bunun nedenlerini herkese anlatamazsınız. Hele hele, tüketicinin kabuğu matlaşmış bir mandalinaya, o ''ye beni ye beni'' diyenlerden daha fazla değer vermesini beklemek..? Ancak ben böyle bir şey yapardım herhalde. :) İyi ki de yapmışım ama...

Armut, mandalina, nar, portakal, limon ve elma... Bu altı meyve öyle her gün gidilip de ağaçlardan toplanan şeyler değildir. Zamanı geldiğinde gider, toplarsınız. Biz, bunları topladıktan sonra kasa kasa yerleştiriyoruz. Büyük, karanlık, serin bir depoda istifliyoruz. Özellikle narenciye, bekledikçe ''kendi kabuğundan yer''. Kabuk incelir, içi tatlandıkça tatlanır, özü şekerlenir. Doğanın kuralı; bu arada kabuğu matlaşır. Bazı yerlerinden buruşur. Kısaca tipi kayar. Varsın kaysın... Olması gereken, doğal ve sağlıklı tek yöntem bu...

kadar ucuz oldukları için bu ürünleri özel olarak bekleyen pazarcılar, dağıtıcılar alıyor hemen. Öğle saatlerinde Antalya'da kamyona yüklenen ürünler ertesi sabah pırıp pırıl parlayarak semt pazarlarında, köşenizdeki manavda yerlerini alıyorlar. Nokta.

Yıllardır alış-veriş yaptığınız o çok şirin, sıcak pazarcının sizin sağlığınızı, çoluk çocuğunuzu falan düşündüğünü sanmıyordunuz inşallah... Hani gidip Anadolu'nun kuytu köşelerinden temiz tarım ürünleri topladığını falan..? Bir paza

Peki o kapınızın hemen önündeki limonların, mandalinaların ışıltısı..?

O ışıltıyı istiyorsanız; buzdolabınıza soktuğunuz narenciyenin başından geçenleri bilmenizi de ben isterim: Ağaçtan koparıldı, kasalara dolduruldu ve hemen oracıkta kimyasal havuzlarına batırıldı. Sonra bir kamyona yüklendi, mumlama tesisine gitti. Burada büyük oranda parafin içeren bir likit ile sıvandı. Tüm gözenekleri parafin ile kapatıldı, bu arada elbette bu kimyasal narenciyenin içine de sirayet etti.Ardından hop, size geldi. ''Dalından yeni kopmuş'' üstelik...

Eğer ışıltılı elmaları, armutları mı merak ediyorsunuz? Bu süreçleri aynen yaşarlar. Yetmez ama, bir de üstüne azotlama tesisine girerler. Azotlanan elma ve armutun hava ile teması neredeyse tamamen kesilir ve çürümenin, buruşmanın kesin olarak önüne geçilir. Kış günü manavlarda üzüm, erik falan var. Her şey anormelleşti artık. Ege'nin, Akdeniz'in neredeyse her ilçesinde bir azotlama ve parafinleme tesisi kuruldu. Buradan çıkan ürünler sebze - meyve hallerine giriyor önce. Büyük üreticiler için ana hedef ihracat... Ürün en çok yurtdışında para ediyor. Ama ''gümrük'' denen bir engel var işte maalesef. Almanya, Rusya, İspanya gibi ülkeler gıda işine bizden ''biraz'' farklı yaklaştıkları için giden ürünün yarısını kapılarından bile sokmadan geri gönderiyorlar. Geri gelen ürünün ne olduğunu tahmin edersiniz. Kilo fiyatı kuruşlarla ifade edilecek rcının baktığı şeyler bellidir. Ürünün albesini var mı? Parlak mı? Şık mı? Üzerinde böcek, sinek delikleri var mı..? Hemen sonra alış fiyatına bakar, ''kaça satabilirim'' diye bir hesap yapar. Elbette alacağı ürünün tamamını hemen satamayacaktır. Burada en fena şey geliyor işte.. Ürünün bol ilaçlısı makbuldür. Çünkü bu, pazarcıya uzun bir satış ömrü sağlar. Aksini düşünmeyin bile.


Durum sadece İstanbul'da, Ankara'da böyle değil elbette. Dün, oğlumu - aslına bakarsanız torunumu :) - ziyaret etmek için Kuşadası'ndaydım. Kuşadası'nda Cuma günleri büyük bir pazar kurulur, ben de denk geldikçe girer bakarım meraktan. Bu kez, özellikle tarihi vurgulamak istiyorum ki 16 Mart 2012'de Kuşadası pazarının tezgahları bakla ve bezelye dolu idi. Uçları bile çiçekli... Sordum birine ''aa nasıl yetiştirdin?'' diye. Sırıta sırıta ''yerli bunlar abla, kendi bahçemizden'' dedi satıcı. E iyi de ilaçlı ya da ilaçsız... Ege'de baklanın ve bezelyenin çıkmasına daha tam bir ay var?!! Antalya'nın, Fethiye'nin sera malları bunlar. Başka türlüsü mümkün değil ki? Elbette biraz daha yumuşatarak söyledim bunları; ''abla karıştırma çok'' falan deyip geçiştirdi pişkin pişkin...

Ben hep söylüyorum, hep ama hep söylüyorum. Gıda çok önemli bir konu. 16 Mart 2012'de gözünüzün içine baka baka size ''yerli, bahçe malı'' bezelye ve bakla satmaya çalışacak yalancı bir satıcının karşısında durabilmek için çok okumalısınız. Çok araştırmalısınız. Çok öğrenmeli, çok bilmelisiniz... Ne olur önem verin. Satıcılara değil; okuyup araştırdıklarınıza inanın. Tek tarımsal deneyiminiz pencere önünde fesleğen yetiştirmek olsa bile tarımı öğrenin. Bilin.

Siz sorduğunuzda; ''organik'' pazarcılar olsun, semt pazarcıları olsun... herkes ama herkes sadece hayvan gübresi ile üretim yaptığını söyler. İstisnasız. Herkes. Hiç ilaçlamazlar, hep hayvan gübresi, sadece hayvan gübresi... Tatmin olmaz, biraz daha sorarsanız size iki dönümlük bir yerin sertifikasını falan gösterirler. Oldu bitti. Tatmin olmaz, daha da sorarsanız..? ''Abla karıştırma çok... Haydi ablam, tezgahın önünü kapamayalım!''.

Anadolu'nun en küçük köyünde bile ilaç, gübre mümessilleri dolaşıyor arabalar ile. Kamyon kamyon kimyasal gübre, koli koli ilaç ve hormon dağılıyor her tarafa. Üstelik öyle ilaçlar ve hormonlar ki, ''üçüncü dünya'' dedikleri grubun dışında kalan ülkelerin %70'inde satışı, kullanımı yasak... Bu kadar ilaç, bu kadar hormon, bu kadar GDO'lu tohum varken çıkan ürünü kim satıyor? Kimse yoğurdum ekşi demiyor sorduğunuzda. Maşallah, herkesin pırıl pırıl üretimi var...

da... Ege'nin tam ortasında, Anadolu'nun; tarımın içindeyim ben. Görüyorum olanı biteni. Her yanı verim kaygısı sardı artık. Üreticiler belli büyüklüğün altındaki arazilere dikim bile yapmıyorlar. İpek'i ve köydeki kızların çocuklarını Cumartesi günleri İzmir'e, Agora'ya götürüyorum sinemaya. Otobanda sağa sola bakıyorum Torbalı'nın içinden geçerken. Altı şeritli otobanın sağında solunda pırasa, kırmızı lahana, karnabahar, beyaz lahana ve pancar dikili. TIR'lar yanaşmış tarlaların kenarına; İstanbul, Antalya, Çanakkale, İzmir hallerine yola çıkmak için ürünlerin doldurulmasını bekliyorlar. Oradan da evlere dağılıyor bu garip ürünler. Bunun karşısında durmak istiyorum. Elimden bir şey gelsin istiyorum. Çaresiz kalıyorum. Üzülüyorum. Nazilli'de, kendi köyümde yaptıklarım, yapacaklarım ise beni heyecanlandırıyor. Seviniyorum. :) Kafam karışık. Yolumuz çok uzun ama ben o yolun sonundaki ışığı çoktan gördüm. ''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder